Loading...
 
tr
Yunus Emre
Erkek 9 y.o.
Yunus Emre (d. 1240 Yunusemre, Mihalıçcık, Eskişehir - ö. 1321), Anadolu'da Türkçe şiirin öncüsü olan mutasavvıf ve filozof, Anadolu'da yaşamış tasavvuf ve halk şairi[2], Türk İslam düşünürü. 1991 yılı UNESCO tarafından Yunus Emre'nin doğumunun 750. yılı olarak anılmışt...
Yunus Emre (d. 1240 Yunusemre, Mihalıçcık, Eskişehir - ö. 1321), Anadolu'da Türkçe şiirin öncüsü olan mutasavvıf ve filozof, Anadolu'da yaşamış tasavvuf ve halk şairi[2], Türk İslam düşünürü. 1991 yılı UNESCO tarafından Yunus Emre'nin doğumunun 750. yılı olarak anılmıştır.
12%
İlginç kullanıcı mı? Bu ek verilerle bu kullanıcı hakkında kendi sonuçlarınızı oluşturun:
Kimseyi engellemedi ya da engellemedi.
359 arkadaşlık isteği aldı ve 118 kabul etti. 241 'i yok saydı ve gözetimsiz olarak bekleyen 0 var.
78 arkadaşlık isteği gönderdi ve 61 kabul etti. 17 göz ardı edildi ve henüz 0 cevapsız kaldı.

Arkadaşlar

Serkan BEKİROĞULLARI
SEO CEO
Bilişim ve Teknoloji
Penguen Tasarım VİP
Astroloji
World History
Necati Şaşmaz
Ümit KARAKAN
Furkan Can
Orhan Yanık
EMİN KARIŞAN
Hüseyin cenk
Bill Watzmanescu
Kai Vaidyaez
Mert
mehmet mengüç
Engin Arayis
Sinan Uzun
Mert karaataş
Simayaliye
Sevgi basık
emre gökdemir
emre gökdemir
B.Söylemez
Mustafa Erbas
Sefa açık
Soner Kırtıl
Maksume sultan
Okan BÜYÜKÇELEBİ
Hüseyin YILMAZ
Hakan temizel
Hasan akkurt
Alikemal Akyasan
Alper Aslanoğlu
Berkay kaya
Müge Anlı
Gönül Dağı
Ebubekir aktaş
Anıl Yıldız
Neşet Altın
Ferid Uluçınar
Mehmet Ilhan
Yuliyan Aleksiev
Neyfel Kahramaner
Hayrettin Karaoğuz
Giyim İlanları
Umut Can
Kara Poyraz
Ramazan tekiş
Ülkü Cantürk
Sotnikova Svetlana
Betül Su
Mehmet Bozkurt
Mehmet Bozkurt
Maşallah Atiş
HasanAkkoyun
Ahmet Furuncu
Sinan Timur
Emre Öztürk
Sevda Yazar
Klinik Danışman
Sevda Gülcan
Erkan sayan
Ümit abaylı
Serhat Arslan
Emin Yaman
Joychen Gersava Cabrera
Ikidamla Gözyaşı
Resul kurnaz

Haber Kaynağı

  • Yunus Emre
    Yunus Emre Forma konusu yanıtladı..
    Yunus Emre Yeni form yayınladı
    NEFS-İ MÜLHİME
    NEFS-İ MÜLHİME
    ANLAMI: Kalbine, gönlüne feyz ve ilham olunan kimsenin nefs mertebesi.
    ZİKRİ: Hu Hu Ya Hu
    Hu isminin kısaca anlamı: Hu ismi Allah’ın hüviyetini temsil eder. Hüviyet ilahlığın sırrıdır. Hüviyetteki he harfi evvellik mertebesinin uluhiyyette ahirlik mertebesinin sahibidir.
    TEVHİD ZİKRİ: lâ faile illallah; la ilahe illallah
    (Allah’tan başka fail yoktur) (fail ancak Allah’tır) (İlah ancak Allah’tır)
    İDRAK AYETİ: ŞEMS suresi:
    7. Ve nefsin ve ma sevvaha 8. Fe elhemahâ fucûrahâ ve takvaha 9. Kad efleha men zekkeha 10. Ve kad hâbe men dessâhâ.
    Mealen: Şems 7-10: Nefse ve ona bir takım kabiliyetler veripte iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömende ziyan etmiştir.
    İDRAK AYETİ: “Ve lekad halaknel insane ve ne’lem ma tüvesvisü bihi nefsehu ve nehnü ekrabü ileyhi min haldil veriyd” (Kaf/16)
    Mealen; “Andolsun insanı biz yarattık ve nefsininin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”
    İDRAK AYETİ: “Ve ma kane linefsin en tü’mine illa biiznillah ve yecalürricse alellezine lâ ye’kılün.” (Yunus/100)
    Mealen: “Allah’ın izni olmadan hiçbir nefis (hiç kimse) inanamaz, O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkarcı) kılar.”
    İDRAK AYETİ: “Belil inasnü alâ nefsihi besirah” (Kıyamet/14)
    Mealen: “Artık insan nefsi kendinin şahididir.”
    İDRAK AYETİ: “Men amile sahiben felinefsihi ve men esâe fealeyha ve mâ rabbüke bizallamin lil abid.” (Fussilet/46)
    Mealen: “Kim iyi bir iş yaparsa faydası nefsi lehinedir. Kimde kötülük yaparsa (nefsi) aleyhinedir. Rabbin kullarına zulmedici değildir.”
    İDRAK AYETİ: “Ya eyyühellezine amenü tübu ilellahi tevbeten nasuha” (Tahrim/8)
    Mealen: “Ey iman edenler! Yürekten tevbe ederek Allah’a dönün”
    İDRAK AYETİ: “Ve men yeteadde hududallahi fekad zaleme nefsehu” (Talak/1)
    Mealen: “Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, şüphesiz nefsine zulmetmiş olur”
    Nefs-i natıka bu mertebede kalp adı ile müsemma olur.
    YAŞANTISI: Nefsi mülhimenin iki yüzü vardır. Biri levvameye, diğeri mutmainneye bakar. Görünüşü (zahiri) zühd ve takva iledir, iç alemi (batını) günah haddini aşmak, Hakk’tan ayrılmak yolundadır. Kendini beğenme, riya, medh edilme zevkidir. Kendini düşünen olup ham sofudur. Ahlaki şeytanidir ancak çabalarsa düzelir, kibir, kendini beğenme, riya, mekr huyudur; hali hile ve fitnedir, nasın ahlakı fiilidir. Nefsi mülhime hayra ve şerre kabiliyetli ilham ve evham mertebesidir. Rengi yeşildir. Bu makamın anahtarı ve yükselticisi HU ismidir. Mürşidinin himmeti irşadıdır. KABZ ve BAST halidir.
    Nefs-i mülhime, manevi terakkiye başlamış, terbiye ve taatini arttırmış, fakat arzu ve isteklerini unutmamışsa mülhimedir. Arzu ve isteklerini unutmamış demek, her ne kadar nefsin taati ve terbiyesi artmışsa da, içinde kötülük bulunan fiili icra etmek, yapmak arzusu nefsinden tamamen çıkmamış nefs mertebesidir. Yani nefsi mülhime sahibi fiili terk etmişsede, hala yapma arzu ve isteği devam etmektedir, daha unutmamıştır.
    Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz, şöyle buyurmuşlardır: “Dikkat edin vücutta bir et parçası vardır. O ıslah edildiği zaman bütün vücut iyi olur. O kötü olduğu zaman bütün vücut kötü olur. O et parçası kalptir.”
    Bu makamda salik celal ve cemali ayırt edemez. Nefse iyilik (cemal) ve kötülüklerini (celal) ilham ile yardım eden Allahu Teala’dır. Kişiye düşen görev bu gelen ilhamları Kur’an ve Sünnete göre ayırt edip uygulamaya çalışmak, fiile bu kurallara göre geçirmektir. Bu makamda salik Allah’a daha önceki mertebelere göre daha çok muhabbetle bağlanır. Bu muhabbeti, ilim ile destekleyerek olumlu yönde kullanırsa, nefsin en büyük ve çirkin zevklerini ortadan kaldırma şansı yakalanır. Zira bu makam kalp makamıdır. Akıl ise kalpte hakla batılı ayıran bir nurdur. Gelen ilhamlar ayırt edilip, ilham ve evham olanları ayırt edilirse kalpte bu nur daha da artar. Bunun için Kuran ve Sünneti Muhammedi ilminin gerektiği açıktır. Zira bu mertebede irfan yolcusunun nefsine (kalbine), iç alemine değişik duygular gelmeğe başlar, bunların bir kısmı meleki ilham, bir çoğuda şeytani evham ve vesvesedir. Burada en mühim mesele gelen duyguları ayırt edebilme yeteneğine sahip olmağa çalışmaktır. Eğer bu başarılabilirse şeytaniler bertaraf edilip Hakk, ve melekilerden faydalanılmağa çalışılır. Buradan geriye dönmemek için nasuh tevbesi ile azmedip irade gücü oluşturulması, yeterli ilim alınması yerinde olacaktır. Bu başarılırsa Nuh’un gemisine binilmiş olacaktır. Ayrıca“Nefsini temizleyen mutlak kurtuluşa erer” (Şems/9) hükmü gereği nefs mücahedesi ile terbiye ve tezkiye (temizlenme, arınma) çalışmalarına devam edip, bu konuda da şuurlanıp irade gücü oluşturulması çok önemlidir. İç ve dış bünyedeki temizlik, kişinin varlığının, nefsinin hakikatine doğru yol almasını sağlar.
    Bu mertebede şiddetli, aşırı sevinçlerde Hakka ulaşmaya engel teşkil eder. Ruhunun nurunda, iman nuru zuhur eder ve bu sayede ilahi bilgilere ulaşması kolaylaşır. Nefs arındıkça, temizlendikçe gelen ilhamları değerlendirmesi kolaylaşacaktır. Gerçi Hakk doğumdan itibaren bu ilhamları, nefsinin iyilik ve kötülüklerini, kişiye bildirmektedir. Kişi nefs aynasını ne kadar kirletirse, ilhamla kendisine bildirilen uyarıları değerlendiremez, dikkate almaz. Nefsi emmareye kadar sürüklenir. Hiçbir ilhamı uyarıyı değerlendirip, hayatına adapte etme fırsatını yakalayamaz. Ama nefs aynası ne kadar temiz ise, doğumdan itibaren kirlenmemişse, o günlerden itibaren İlhami bilgileri alır ve “iyiliklerini” arttırır hayatına sokar; kötülüklerini bu ilhami bilgilerle engeller, yaşamından çıkarır ve bir daha kötülükleri yapmamaya çalışır. Bu konuda her an çevresinden aldığı bilgileride hayatına, bu ilhami bilgilerle birlikte değerlendirerek sokar. Ayrıca Hak, insana “şah damarından yakın” olduğundan, nefsinin ona verdiği ilhamları, evhamları ve vesveseleri bilir. Zaten kişinin maddi ve manevi gelişimini arttırmak için bu ilhamları nefsine, nefsinin mertebesine ve düzeyine göre, kişinin nefsinde oluşturan yine Allah’tır. Bütün amaç, nefsin terbiye ve tezkiyesine yardımcı olmaktır. Kur’an ve Sünnet ilmi olmaz ise, çevresinde de iyi ve kötü örnekler olur ise, kişi sadece kendindeki ilim ve çevresindeki örneklere göre nefs düzeyi, şahsiyeti şekillenecektir.
    Yaptığı işlerde, kendileri ilim, tecrübe ve çevre örnekleri ve bu ilhamları nasıl değerlendirdiğine göre oluşacaktır. Kısaca fiilleri bu hususlara bağlı olacaktır. Fiillerini yapmakta ki iradesinden bu nedenle sorumludur. Bu nedenle; “Kim iyi bir iş yaparsa, bu nefsi lehinedir. Kimde kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullarına zulmedici değildir”(Fussilet/46) ayeti ile bizlere yaptığımız fiil ve amellerimizdeki sorumluluğumuz hatırlatılmaktadır. Yapılan her işin, fiilin ve fiilden açığa çıkan sonuçların nefsede etkisinin olduğu bu ayetle açıklanmaktadır. Yapılan her iyi iş nefsi nurlandırır, aydınlatır; nefs aynası parlar, cilalanır. Yapılan her kötü amel ve fiil ise nefsi karartır, nefs aynasını kirletir ve bilgi almasını engeller. Kişi nefsini geliştirmede, tezkiye (arındırıp, temizlemede) etmede bu kadar aktif rol oynar. Yoksa Allah kullarına zulmetmemektedir. Kişiler kendilerine zulmediyorlardır ve şu ayetin tarif ettiği insan grubuna girerler:

    “Allah onlara zulmetmedi, onlar nefislerine zulmediyorlar” (Ali İmran/117)
    İnsan nefsi, nefse gelen ilhami bilgileri ve nefsi ile verilen kararları ve iradi kararla verilen karar sonucu yapılan fiilleride bilmektedir. Yani nefis her an insandaki bu faaliyetlere şahid olmaktadır. Bu nedenle “Artık insan nefsi kendinin şahididir” (Kıyamet/14) ayeti ile bu konuya ışık tutulmaktadır. Nefis ölümü tadıp, bulunduğu hal üzere, kabire, oradan cennet veya cehenneme gideceğinden, kıyamet günü nefsimiz bütün bu faaliyetlere şahid olacaktır. Tabi ki bütün uzuvlarımız ile birlikte. İşte ayet hem bugünümüze hem ahiretimize ilişkin bilgi vermektedir. Daha bugünden kendi şahidimizi kendimiz hazırlamaktayız. Bu nedenle akıllı insan daha bugünden yarını düşünen insandır. Akıl ise, kalpte Hakla batılı ayıran nurdur. Bu nuru Allah kendinin bilinmesi için insana hibe etmiştir. Aklını kullanıp bu günden, yanında şahidini götüreceğini kavrayabilen insan, yaptığı fiillerde ve amellerde aklını Hakk’tan yana kullanacak ve ahiretini bu günden imar edecektir. Bu nedenle ayeti kerimede:
    “Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanmaz. O, akıllarını kullanmayanları inkarcı kılar” (Yunus/100) buyurulur.

    Allah bu ayeti kerime ile insanlara akıl vererek “iman izni” verdiğini açıkça bildirmektedir. Aklın imanı ve Allah’ı bulmak için verildiğini açıklamaktadır. Ancak bu aklı kullanmayanların inkarcı olduklarını bu şekilde kendi nefislerine ve kendilerine zulmettiklerini ifade etmektedir. Yoksa Allah kullarına zulmedici değildir. Allah, tüm insanları verdiği akıl ve diğer donatılarla, kendinin bilinmesi için yaratmıştır.
    İşte insan, kendisine bahşedilen hibe edilen nefis, akıl, irade ve ilim ile yaptığı fiillerinden sorumludur. Bu ayet hem aklın neden verildiğini ve bu akıl ile yaptığımız fiillerimizden sorumluluğumuzu bize açıkça göstermektedir.
    Nefsi mülhime, aldığı ilhami bilgilerle dünyanın gayri meşru lezzetlerinden nefret edip, ebedi hayatın mutluluğuna daha bir şevk ve istekle sarılır. Dünya-ahiret dengesini sağlamak için Kur’an ve Sünnet-i Muhammediye’ye sarılması gerekir. Bu makamda oluşacak irfan nurunu söndürmemek için irfan yolundaki ilimleri almalı, yaşantısına adapte etmeye çalışmalıdır. Cenab-ı Hakk bu konuda şöyle buyurur:
    “Ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir, onlara asla zulmedilmez”(Nahl/111)
    İlme ve ruhani zevke ulaşmak için nefs tezkiyesi şarttır. Bu yola girmeyip, nefsine zulmedenlere Kur’an şöyle seslenmektedir:
    “İnkar edenlere şöyle seslenir: Allah’ın gazabı, sizin nefsinize (kendinize) olan kötülüğünüzden elbette daha büyüktür. Zira siz imana davet ediliyorsunuz, fakat inkar ediyorsunuz” (Gafir/10)

    İşte kişinin yaptığı fiillerden sorumlu olduğunu ve yaptıklarının hesabını vereceğini açıklayan başka bir ayet daha:
    “Kim iyi bir iş yaparsa faydası nefsine (kendine) dir, kim de kötülük yaparsa zararı yine nefsinedir. Sonra Rabbınıza döndürüleceksiz” (Casiye/15)
    Ayrıca Rabbınıza döndürüleceğimiz zaman ve sonrası için şu ayetleri tefekkür etmemiz nefsi menfaatimiz için çok gereklidir. Dünya menfaatleri için zamanımızı ne derece harcadığımız açıktır. Hem dünya hem de ahiret menfaatimiz için aşağıdaki ayetleri çok iyi düşünmeli, idrak etmeli ve yaşantımıza adapte etmeliyiz. Zira fiillerimizde irade ve akıldan sorumluyuz. Sorumlu olmasak, bu kadar ayet neden insanlara yollansın?

    “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes (tüm nefisler) yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır”(Haşr/18)
    Nefsini bugünlerden yarına, ahirete hazırlayıp, hazırlanmayanlar hakkındaki ayetlere örnek olarakta şu ayetler örnek verilebilir:
    “Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için ise şüphesiz cennet yegane barınaktır” (Naziat/40)
    “Ateşe arzolunurken, onların zilletten başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İnananlarda: İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü nefislerini ve ailelerini ziyana sokanlardır, diyecekler. Kesinlikle biliniz ki, zalimler, sürekli bir azap içindedirler.” (Şura/45)

    Peki Cehennem’den nefsimizi kurtarmak için bize ne gibi uyarılar gelmiştir: İşte bir ayet örneği;
    “Ey inananlar! Nefsinizi (kendinizi) ve ailelerinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” (Tahrim/6)
    İrfan yolcusu salik, nefs-i mülhime makamında iken şeytan yolunu kesmek için nefsinin mertebesine uygun durumlarla ona yaklaşır. Celali evham ve vesveseler ile onu Hakk yolundan alıkoymaya çalışır. En çokta onu bildikleri ile ifsad edip gurur, ucub ve kibire sevkeder. Salik, bildikleri ile amel edip, amellerinde de Kur’an ve Sünnete dikkat ederse bu tehlikelerden arınır. Zira şeytan evham ve vesvese verir, ancak fiili yaptırma gücü yoktur. Kişi aklını Kur’an ve Sünnete ayarlar ve iradesini bu yönde kullanırsa, Allah’ta fiilini Hakk’a yöneltip halk edecektir. Salik şeytani fikirlere uyarsa, bildikleri ile arif oldum. Her şeyi biliyorum zannına kapılır. Bu vehim ve vesveselere kapılıp hayırlı amellerini bile terk etme tehlikesi yaşar. Bütün fiilleri Allah yaratmaktadır, diyerek nisbi ve izafi iradesini ve aklını reddederek, kötü ahlak fiil ve vasıflarını Allah’a isnat etmeye kalkar. Herkesin fiillerine de bu gözle bakarak, vesveselerin verdiği vehmi zanlarla her türlü kötülük yoluna sürüklenebilir. Bütün bu kötü hallerden kurtulmanın tek çaresi, Kuran ve Sünnete tam olarak tabi olmaya çalışmaktır. Nefs terbiyesi ve tezkiyesinde en büyük mücahede, nefsin şeytanın ifsadıyla verdiği bu vesveselere ve evhamlara karşı direnmek, zerre kadar Sünnet-i Muhammediyeden ayrılmamaktır. Bu kişinin bu yolda ilerlemesinin, terakkisinin anahtarıdır. Zira celali evham ve vesveseler kişinin ilerlemesini sağlamak için imtihan sırrınca, nefsinin mertebesine göre yine Hakk tarafından halk edilmektedir. Zira kişinin nefsinin mertebesinden Allah haberdardır.

    NEFS-İ MÜLHİME
    ANLAMI: Kalbine, gönlüne feyz ve ilham olunan kimsenin nefs mertebesi.
    ZİKRİ: Hu Hu Ya Hu
    Hu isminin kısaca anlamı: Hu ismi Allah’ın hüviyetini temsil eder. Hüviyet ilahlığın sırrıdır. Hüviyetteki he harfi evvellik mertebesinin uluhiyyette ahirlik mertebes ...

    Daha fazla »»
    Yunus Emre
    Yunus Emre
    NEFS-İ MÜLHİME
     Gözat Cevap: 1  
    0 Beğen
  • Yunus Emre
    Yunus Emre Forma konusu yanıtladı..
    Yunus Emre Yeni form yayınladı
    NEFS-İ EMMARE
    NEFS-İ EMMARE
    Anlamı: Kötülüğü emreden nefs mertebesi
    ZİKRİ: lâ ilahe illallah
    (İlah yok ancak Allah var) (İlah ancak Allah’tır) (Uluhiyet (ilahlık) ancak Allah’a aittir)
    (Allah’dan başka ilah yoktur)
    TEVHİD ZİKRİ: lâ ene illallah, lâ ilahe illallah
    (ene, benlik ancak Allah’a aittir) (ilah ancak Allah’tır) (Allah’tan başka BENLİK YOKTUR)
    Allah Zatı Nefsi’ni tanımlarken şu zati kelamını kudsi hadisle bildirmiştir:
    “Lâ ilahe illallah işte ben O’yum”
    Peygamber efendimiz ise hadislerinde;
    “Lâ ilahe illallah benim kalemdir. Oraya giren kurtulur”
    Ayrıca Kur’an’ı Kerimde Peygamber Efendimize hitaben: “Fa’lem ennehu lâ ilahe illallah”(Muhammed/19) “muhakkak bilki Allah’tan başka ilah yoktur” buyurulmuştur.
    Bu mertebede nefs-i natıka “nefs” adını alır. Nefs ismiyle müsemma olur.
    İDRAK AYETİ: “Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve in lem teğfirlenâ veterhamnâ le nekünenne minel hasirin.”
    Mealen: “Ey Rabbimiz biz nefislerimize zulmettik, eğer sen bizi bağışlamazsan ve bize merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan oluruz” (Araf/23)
    İDRAK AYETİ: “Vema uberriu nefsi innennefse le emmâretün bissui illâ mâ rahime inne Rabbi gafururrahiym” (Yusuf/53)
    Mealen: “Ben nefsimi temize çıkarmak istemem, çünkü nefis daima kötülüğü emredicidir. Meğerki Rabbimin esirgediği bir nefs ola. Gerçekten Rabbim bağışlayan ve esirgeyendir”
    Yaşantısı: Haktan gafildir, kötülüğe meyyaldir, isyan ve fenalığın menşeidir. Kötü ahlak sahibidir, tabiatı zulmani ve suflidir. HAVF ve RECA halidir.
    Hakk’ın ilmi Zat’ında varlık kokusu almamış ayan-ı sabiteler halinde mevcut olan insan, Hakk’ın nefesi rahmanisi ile Hakk’ın Zatından birimsel nefisler olarak ayrılıp, onsekiz bin alem arasında yer alan “akl-ı kül, nefs-i kül, arş, kürsi, yedi kat gök, ay, hava, ateş, su, toprak, maden, nebat, hayvan” gibi yollardan geçerek “insan suretinde” dünyaya gelen varlıktır. Şekli olarak o görünümde olmakla beraber mana olarak insan değildir. “Ben” liğinin farkına varır. Birimsel nefisler, beden kalıbına girdiğinde; “Nefisler bedenlerle birleştirildiğinde” (Tekvir/7) ayeti ile bedeni ile birlikte benliğinin farkına varır. Dünya hayatı sırasında gelişip, büyürken bu “izafi benliğini” tamamen kendine mal etmeyi öğrenir. “Ben” dediği varlığı her varlıktan ayırır, dolayısıyla her mevcudu, varlığı da ayrı ayrı görüp, dünya hayatı çokluk alemine dönüşür. Dünya, insanın fiziki olarak hayat bulduğu yer olmasına rağmen, aslında manen nefsi hakikatinin örtüldüğü yerdir. Çünkü o insan, mana olarak Hakk’ın Zatı’ndan ayrılmış gayrılığa ve birimselliğe düşmüştür.
    Nefs-i natıka, dünyaya ulaşıp bedenle örtüldüğünde, Hakkın Nefsinden uzaklaştığından bireysel hale gelir ki bu nedenle “birimsel nefs” adını alır. Şehadet aleminde beşeriyete intikal ettiğinden “beşeri nefs” ve Hakk’ın Nefsine itibarlada “izafi nefs” adını almaktadır. Bu birimsel nefs, kötü ahlak vasıfları ile açığa çıkarsa nefs-i emmare adını almaktadır. Ahlak ise nefsin davranışlara ve fiillere yansıdığı haldir. Nefs hangi mertebede ise, o mertebenin ahlakı dışa yansır.
    “lâ ene illallah” zikri ile kendi benliğinin aslında Allah ile var olduğunu hatırlayıp, kendindeki güç ve kudretin aslında Allah’a ait olduğunu hatırlayıp, nefsin hakikatini idrak etmeye başlayacaktır. Nefsinin ve benliğinin (enesinin) aslında Allah ile mevcut olduğu şuuruna gelemeyen kimse, Allah’dan (cc) en uzak noktadadır. Bu bilinçten noksan olan her nefis ve nefes Hakk’tan daha da uzaklaşmaktadır.
    Bu noktada “ene” ve “enaniyet” kelimeleri ve asılları, kaynakları üzerinde durmak gerekir.
    Birimsel Ene: Arapçada ben, benlik, ego denilen şeydir. Bir şeyin nefsi, o şeyin benliğini, enesini, şahsiyetini, hüviyetini, özünü, zatını temsil eder.
    Birimsel Enaniyet: Benlik, kendine güvenmek, gurur, hodbinlik, sadece kendine taraftarlık yapmak, her yaptığı işi kendinden bilmek.
    İlahi ene: Allah’ın Zatı Nefsini, Zatını temsil eder.
    İlahi enaniyet: Gizli hazine olan Allah’ın zatını, benliğini alemlere ilan etmesi ve bu suretle bilinmeyi sevip istemesi; alemlerde zahir ismiyle açığa çıkması, ilahi hüviyetini zuhura çıkarması.
    Nefs, bir şeyin zatı, hüviyeti, kimliği, şahsiyetidir. Zatı temsil eder.
    Allah “İlahi enesini, benliğini” ve amacını şu kudsi hadiste açıkça ilan ekmektedir:
    “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmekliliğimi sevdim. Halkı zuhura getirdim (yarattım). Ta ki Beni bilsinler”.
    Ben diye bahsedilen gizli hazine olan ilahi isimlerin anahtarı, Allah’ın Zatı nefsidir. Zira Allah’ın Zati sıfatlarından olan “kaim bi nefsihi (nefsiyle kaim, var olma) vasıtasıyla Allah Zatından BEN diye bahsetmektedir. Zira bu mertebede “Allah” ismi dahi zuhura çıkmamıştır. Bu mertebeyi açıklamak için Ben diyerek Zatını açıklamak zorunda kalışıdır. “Allah” ismi halkı zuhura getirip (yaratıp), ilahlığını ve uluhiyetini ilan ettiği mertebede geçerlidir. Kısaca “Allah” ismi, Zatının zuhurlarından sonra, Zatına verdiği Zati ismidir.
    Alemin anahtarı ise insanın elindedir ve nefs-i natıkasına takılmıştır. Alemlerin kapıları zahiren açık görünürken, hakikatte kapalıdır. Cenab-ı Hakk emanet olarak insana “ene” namında öyle anahtar vermiştir ki, eğitildiğinde ve hakikati idrak edildiğinde alemin bütün kapılarını açar ve öyle değerli bir “enaniyet” vermiştir ki, eğitilip hakikatine uygun davranışlarla alemlerin yaratıcısının gizli hazinesini onunla (ene’siyle) keşfeder. Bu eğitimin şeklide, tasavvufta irfan yolu ile özetleyebileceğimiz seyr-i süluk yöntemidir. Bu da “nefse arif olup, bilip, Rabbe arif olup, O’nu bilmekle” mümkündür. Fakat ene, bunun kaynağı nefs-i natıka, kendiside gayet muğlak bir muamma ve açılması müşkil bir tılsımdır. Eğer onun hakikati, mahiyeti ve halk ediliş (yaradılış) sırrı bilinse, kendisi açıldığı gibi, alemler dahi açılır. Allah, insana emanet olarak Rububiyetinin (Rablığının) isim, sıfat ve örneklerini cami bir “ene” vermiştir. Bu ene, Allah’ın “ene” si ile irtibatı sağlayan “izafi ene” dir. Tecelli mahalli nefsdir. Allah ile varlığını ve devamını temin eder. İş, “ene” yi eğitip, terbiye ve tezkiye etmektedir. Yaradılış sırrını anlayıp, bu istikamette “ene” yi kullanmaktır. Taki bu “ene” ve tecellileri, açığa çıkışları ile bilinsin. İnsanın enaniyeti, kendinde var sandığı vehmi bir rububiyet (Rablık) iddia eder, vehmi bir malikiyet, vehmi bir kudret, vehmi bir ilim tasavvur eder. Sonra tüm bunlara da kendi kendine vehmi (algısal) bir sınır çizer. Bütün isim, sıfat ve tecelli-i ilahiyeyi bir dereceye kadar bildirecek ve gösterecek binlerce esrarlı hal, sıfat ve hissiyat “ene” de mevcuttur. “ENE” ayna misalidir ve aynanın amacı tevhidi (birliği) bulmak için ve kıyas amacı için insana armağan edilmiştir. “Ene” nin iki yüzü vardır. Bir yüzü Hakka ve hayra bakar; bir yüzü batıla ve şerre bakar. “Ene” emaneti hakkıyla eda ettiğinde, “ene” nin dürbünüyle, alemleri, ne vazife gördüğünü görür ve harici, afaki bilgi nefse geldiği vakit, enede tasdik görür veya görmez. Tasdik gören ilim, nefsde nur ve hikmet olarak kalır.

    İnsanlar, nefsin hakikatinden en uzak noktadaki bu düzeyde ve nefsi emmare düzeyinde (ene ile açıklanan nefsin hakikati olan nefs-i natıkadır), nefsi emmarede ise, ene kötü, şer ahlak ve sıfatlara bezenmiştir. İyiliği, güzel ahlakı, Allah’ı bulması için kendisine emanet olarak verilen ene, cehaletle örtülmüş, kötü ahlaklarla vasıflanmış ve kötülüğü emreden nefs (nefs-i emmare) halini almıştır. Nefsi emmare, kulu Rabbından uzaklaştırarak, kötülükleri işlemeye tahrik eden en sufli durumdaki isyankar nefistir. “Emmare” çok emredici demektir. Bu sıfatı taşıyan nefsin yegane maksadı, heva ve heveslerini ölçüsüzce tatminden ibarettir. Şehvetin esiri, şeytanın avanesi olmuş, keyfine, zevkine, günaha düşkün olan nefs mertebesidir.
    …”Muhakkak ki nefs, kötülüğü şiddetle emreder” (Yusuf/53)
    Nefsi emmarede, insani ruh olan ruh-u sultani, tamamen ruh-i hayvaninin esiri haline gelmiş, insanlık sıfatı kaybolup, hayvanlık sıfatı hakim olmuştur. Bu gibi kimseler hakkında Cenab-ı Hakk şöyle buyurur:
    “Andolsun biz cinleri ve insanların birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır onlarla anlamazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidirler, hatta daha aşağı seviyededirler. İşte asıl gafiller onlardır” (ARAF/179)
    Nefs-i emmare gafletine dalmış kimseler, ahiretlerini kurtaracak hayır ve hasenat işlerine koşmakta tembel, kötülüklerden sakınma, çekinme hususunda kayıtsızdırlar. Ara sıra pişmanlık duysalarda, bu nedamet onların hal ve tavırlarında hayırlı bir değişikliğe vesile olacak kuvvetten mahrumdur. Bu mertebedeki insan, manen tedaviye muhtaç hasta gibidir.
    “Kafir olanlar, zevk edip eğlenmeye bakarlar, hayvanların yediği gibi yer, içerler. Onların varacakları yer ateştir” (Muhammed/12)

    “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar” (Zümer/53)
    Bu ayetlerle ümitsizlik yerilmiştir. Ancak tevbe edip Allah’a sığınmazlarsa; “Onlar Allah’ı unuttu, Allah’da onlara nefislerini unutturdu” (Haşr/19) ayetinin hükmü gereği ihlasla Allah’a sığınmadıkları için nefislerini karanlıklara gömerler ve “Nefsini kötülüklere, karanlığa gömen ziyandadır” (Şems/10) ayetlerinin sınırlarına girerlerki, Allah’ı unuttukları için mutlak cehalet, nefsi emmare ve benlik karanlıklarında kalırlar.
    Nefs-i emmare şuuruna gelmeyen bir kişi ise; Allah’tan en uzak noktadır. Kendini, nefsini bilme yoluna bile girmemiştir. “Nefsini bilen, Rabbını bilir” hadisi gereği nefs şuuruna bile gelememiş, dolayısıyla Rabbini bilememiş, bunuda öğrenmek için çaba göstermemiş böylece;“O kimseler gibi olmayın ki onlar Allah’ı unuttular, Allah’da ceza olarak nefislerini onlara unutturdu” (Haşr/19) hükmü gereği nefislerine, nefsin hakikatine zulmetmişlerdir. Allah onlara zulmetmemiştir.
    Bu durumdan ve nefsi emmare mertebesinden kurtulup, üst mertebelere yükselmek için yapılması gerekenler:
    Tevbe istiğfar
    Salavat getirmek
    Mertebenin zikir ve tevhid zikrini yapmak
    Ene’nin, nefsin veriliş amacı olan Allah’ı bilip, bulma, uyup, olma yolunda gerekli gayret ve çabayı göstermek
    Şeriat-ı Muhammedi, Sünnet-i Muhammediye’ye uymak. Zira nefsin veriliş amacı doğrultusunda kullanmak nasıl, ne zaman, nerede, neden ve ne şekilde davranış modeli çizileceği “insani kullanma kılavuzu” olan Kur’an ve Sünnet ile belirlenmiş ve örnekleri yaşanarak, yaşatılarak önümüze model olarak sunulmuştur.
    Yapılan zikirleri, ilgili ayet ve hadisleri tefekkür etmek ve zikretmek. Zira tefekkür ve zikir bir arada olursa kişinin nefsini ilgili konuda nurlandırır ve bu nuru devam ettirme imkanı sağlar. Bu da kişiyi karanlıktan, cehaletten; aydınlığa ve ilme götürecektir. Zira, “İlim öğrenmek her kadın ve erkek müslümana farzdır”; “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz”;“İki günü eşit olan ziyandadır” hadisleri ile ilim ve ilmin gerekleri bizlere emir olarak bildirilmiştir. Maddi ve zahiri ilimlerle birlikte, paralel olarak manevi ve batıni ilimlerinde öğrenilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu konudaki ölçüyede Peygamber Efendimiz (sav) şu hadisi ile ışık tutmuştur: “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için; yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışınız”

    Zaten emmare nefis, ya tembelliktedir ya da sonsuz hırs ve tamah ile dünya için çalışmaya insanı sevk etmektedir. Ama ölçü konulmuş yarın ölecekmiş gibi ahiret için de çalışılması gerektiği vurgulanmıştır. Burada yarın kelimesi, hemen bir an sonra olarak ele alınırsa, ki hiç kimsenin bir an sonra yaşayacağına dair garantisi yoktur. Bu gerçek bireyi hayatın en büyük gerçeği ile baş başa bırakır. O da ölüm gerçeği ve ölüm sonrası ne olacağı sorusudur.
    Kur’an-ı Kerim Al-i İmran suresi 185. ayetinde “Her nefis ölümü tadacaktır” ifadesiyle, ölümün yok olunacak bir şey olmadığı, ancak nefs tarafından tadılacak bir şey olduğu açık olarak bildirilmektedir.
    O halde emmare mertebesinde kalan bir nefs ile diğer mertebelerde olan nefislerin ölümü tatmaları, değişik değişik olacaktır. Gerçek ifade, ölümün beden tarafından değil nefis tarafından tadılacağıdır. Nefsin hakikatide Allah’ın nurundan, Kur’anın sırrından olduğundan nefis bulunduğu mertebe sıfatları ile kabire, oradan kıyamet sahnelerinden sonra cennet veya cehenneme dahil olacak, hayatını devam ettirecektir.
    İnsanın hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanması, ahiret gerçeğini bize açıklayan delillerden biridir. İnsanın içindeki bu ölümsüzlük hissi, nefsin ölmeyeceğini, ancak ölümü tadacağı gerçeğini ve nefsin hakikatinin ahirette (cennet veya cehennemde) yaşamına devam edeceği gerçeğinden insanın nefsine, benliğine yansımaktadır. İşte bu nedenle Peygamber Efendimiz (sav) “Nasihat için ölüm yeter” buyurmuşlardır. Ayrıca “Zevkleri azaltan ölümü çokça anın” uyarısında bulunarak bize bu hadislerle “dünya ve ahiret denge” sini, belirli ölçülere oturtmuştur.
    Nefsin hakikati Allah’ın Nurundandır, ölmez, yok olmaz. Boyut değiştirir. Bizden;“nefislerinizi öldürünüz” (Bakara/54) ayeti ifadesinde belirtilen ölüm “nefsi emmare” sıfatlarının, arzularının, kötü ahlak vasıflarının yok edilmesi ve ortadan kaldırılmasının istenmesidir. Zira bu vasıflar, sıfatlar gaflete, gaflette mutlak uzaklığa götürür. Zira bu kötü ahlak vasıfları, nefsin hakikatini örtmüştür. Kötü ahlak vasıflarını öldürmemiz, yani kötü ahlak vasıflarını bırakıp, iyi ahlak vasıfları ile nefsimizi süslememiz sayesinde olacaktır. Bunun yoluda nefs terbiyesi ve tezkiyesi ile nefs mertebelerini ve tevhid eğitimini tahsil edip, hakikatlerini idrakle olacaktır.
    Kur’anı kerim’de bazı Peygamberlerin kavimlerinin helak edildikleri anlatılmaktadır. Peygamberlerin kavimlerinin helak edilmeleri, onların öldürülmelidir. Helak olmalarının sebebi ise onların nefislerindeki kötü ahlak vasıflarını, uyarılara rağmen değiştirmemeleridir. Bu kıssalardan birey nefs olarak payımıza düşen hisseyi almalıyız. Bu kıssalarla bizlerden istenen nefs-i natıkamıza sonradan arız olan “kötü ahlak vasıflarını” ortadan kaldırmaktır. Bu vasıfları öldürmektir. İşte “nefislerinizi öldürünüz” emri ile bizden istenen kötü ahlak vasıflarını bir daha hayat bulmayacakları bir şekilde yok etmemizdir. Bunların yerine “iyi ahlak vasıflarına” hayat şansı tanımamızdır. Bizde bu yolu takip edip, Allah’ın emirlerini yerine getirdiğimizde adeta iyi ahlak vasıfları ile yeniden doğmuş olacağız. Aksi ise kötü ahlak vasıflarını yok etmez isek, kendi helakımızı kendimiz sağlamış oluruz.
    Peygamber Efendimiz “Küçük cihaddan, büyük cihada gidiyoruz” hadisleri ile zahirde düşmanla yapılan savaşı küçük cihad, nefsle yapılan mücahede, terbiye, tezkiye işlemlerini büyük cihad olarak isimlendirmiştir. Bunun için gerekli ilimlerle kendimizi donatmalıyız. Zira“İlim müminin yitik malıdır, nerde olsa almalıdır” hadisi şerifi ile bu yol ebediyen isteklilerine açık tutulmuştur.
    Nefsi Emmare Sıfatları İyi Ahlak Vasıfları
    Küfür ……………………………………………….1. İman, hikmet
    Şirk………………………………………………….2. Tevhid
    Gaflet……………………………………………….3. Allah’la uyanık olmak
    Günahlara dalmak……………………………. 4. Emir ve yasaklara riayet
    Kibir………………………………………………… 5. Tevazu
    Hırs………………………………………………….6. Kanaat
    Cimrilik……………………………………………. 7. Cömertlik
    Gazap……………………………………………… 8. Şecaat, ölçülü yaşam
    Hased……………………………………………… 9. Gıpta etmek
    Kin………………………………………………….. 10. Hoşgörü
    Şehvet…………………………………………… 11. İffet

    Rahman suresinde tam 31 kez aynı ayeti tekrarlayarak bize sormaktadır. “Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?” (Rahman/13)

    Her şeyi “tek bir nefisten” yaratan Allah’tır. Nefsin hakikatini ve bu bilgiyi bilen insan, diğer insanlarında, alemlerinde hakikatlerinin, bu hakikatten köken aldığını, sadece mertebe farkları olduğunun farkına vararak, diğer insanlara ve alemlere farklı gözlüklerle bakacaktır. Ancak herkes bu hakikatin farkında olmadığından ve nefsi benlik ve kötü ahlak vasıfları bu hakikati örttüğünden, mertebelere riayet şarttır. Nefsin mertebeleri tahsil edildikçe bu gerçek yakinen anlaşılacaktır. Bu şekilde “ilah olan Allah” bütün nefisleri, benlikleri zatıyla ve kudretiyle bilmektedir ve her nefsin kendisini bilmesini kolaylaştırmak için, herkese bu yolu mizacına göre hazırlamıştır. Kişiler, yetenek ve özellikleri arasındaki farklılık ve çokluk, bu yolların ve bu yolları açan ilahi isimlerin çokluğundan kaynaklanmaktadır. Yoksa hakikat birdir. Tasavvufi tevhid ve nefsi irfan yolu bu çokluğu birliğe ulaştırır. Bu çoklukların yaşandığı yer dünya hayatıdır. Peygamber Efendimiz (sav); “Dünya sevgisi her hatanın başıdır” hadisini söylemiştir. Dünya sevgisi ile kasdedilen Allah’tan gafil olarak dünyaya, içindeki bu çokluğa dalmaktır. Nefsani heva ve heveslere, ihtiraslara ölçüsüzce kapılmaktır. Dünyanın hakikatini ise Peygamber Efendimiz şu hadisle vermiştir; “Dünya ahiretin tarlasıdır.” Amaç, Hz. Şehadet olan dünyanın, alemlerin, eşyanın hakikatini anlayıp, bu hakikatlere göre yaşamaktır. Madem “dünya ahiretin tarlasıdır”, öyleyse dünya ve içindekileri yine onları bize veren Allah için ve O’nun koyduğu ölçülerle kullanmak, hem dünyamızı hem ahiretimizi bize kazandıracaktır. Atalarımız bu gerçeği özetlemek için “Ne ekersen onu biçersin”demişlerdir. Hayır, eken Allah’ı ve Cenneti, şer ekende cehennemi biçecektir. Bu nedenle ehlullah dünya yaşamını şöyle özetlemişlerdir; “El işte, gönül Hakk’ta” Bu nedenle halka Hakça hizmet, Hakka hizmettir.
    İnsanın nefsinin ve benliğinin, Allah indindeki yeri ve değeri bir örnekte açıklanacak olursa;
    Hücrenin alemleri temsil ettiği göz önüne alınırsa, insan bu hücrenin çekirdeği ve hücreyi idare eden çekirdekteki kromozomlar mertebesindedir. Kromozomlar tüm hücrenin idaresini sağlayan temel bilgileri içeren organellerdir. Hücrenin tüm idaresi buradan gelen bilgilerle sağlanır. Bu bilgiler kromozomlara Allah tarafından yerleştirilmiştir ve belirli kanunlara kurallara bağlanmıştır. Yani idare, hücreyi idare eden güç olan Allah’ın iradesi ile tespit ettiği kanunlara göre sağlanır. Çekirdek kendi başına bu ilahi kanunların dışına çıkıp, hücreyi çekirdek olarak kendi kanunlarına göre yönetmeye kalktığında, hücre kanser hücresi haline gelmektedir. Kanser hücresi ise vücuda zarar vereceğinden yok edilmekte ya da vücudu kaplayıp kendi vücudunu yok etmektedir.
    İşte insan da alemlerde bu çekirdek konumunda alemlerin efendisidir. Ancak insan da Allah’ın koyduğu ilahi kanunlarla bu konumu belirli sınırlar, kurallarla denetlenmektedir. Allah insana nefsini, benliğini bu ulvi amaç için vermiş, bu yolla Kendisinin bilinmesini arzu etmiştir. İşte insan benliğini ilahi kanunlarla terbiye ve tezkiye yoluyla Allah’a rabt ederse kendi vücud aleminde söz sahibi olur. Aksi ise vücud mülkünde anarşi ve huzursuzluk, mutsuzluk söz konusu olacak, kendi kendini cehenneme sürükleyecektir. Ancak nefsini, benliğini ilahi kanunlar çerçevesinde kullanırsa, vücud mülkünün sahibi olacak ve Allah’la cennetle müjdelenecektir. İnsan şunu da unutmamalıdır: Kromozomun hücreyi idare edebilme yeteneği olmasına rağmen, hücrenin her şeyi değildir. Hücre’yi gerçek olarak idare edenin aynısı yani Allah’ın Zatının aynısı değil, ama hücreden, Zattan da ayrı değildir, O’nun ne aynısı nede gayrısıdır. Allah’la varlığı devam eden, O’nun zuhur mahallidir.
    İhtiyacımız ve bilmemiz gereken şey, emmare nefsin ihtiraslarına, arzularına karşı durmak, arzu ettiklerini Kur’an ve Sünnet ölçülerine göre nefse vermektir.
    Nefsin hakikatinin, yani kişinin kendi zatının Allah’ın nurundan, Kur’an’ın sırından olduğunu ve bu nefsi ve nuru, ruhu veriş nedeninin Allah’ı bilmek olduğunu anlayan insanın, sahip olduğu vehmi benliğini Hakk’a teslim etmeyip, benliğini ve bencilliğini ilah edip, ihtiraslarının peşinde koşması şirke, ikiliğe, çokluğa yol açar. Bu konuda Kur’anda “Hevasını ilah edineni gördün mü?” (Casiye/23) ayeti ile dikkat çekilmiştir.
    Allah’ın çok boyutlu aynası olan nefsinde Allah’ı bulup Kur’an hakikatlerini yansıtacağı yerde, bencilliği ile nefsini kötü ahlaklarla kirletmiş, paslatmıştır. Şahsi benliği, hüviyeti bu kötü ahlak sıfatlarını dışarı yansıtır. Böylece çokluğa bürünür ve farklı ilahlar dolayısıyla put ve putlar edindiğinden küfre ve şirke düşer. Şirk ise en büyük zulümdür. Şirk ise tevhidin tam zıddıdır. Allah tüm günahları affetse bile, şirk affetmeyeceğini bildirdiği en önemli konudur. Şirkten kurtulmanın yolu ise benliğini temsil eden nefsini emanet kabul ederek, emaneti gerçek sahibine vermek yani Allah’a dönmektir.
    “lâ ene illallah” zikrini yaparken Allah ‘ın İlahi Benliğini “Ben gizli bir hazineydim” diye tarif ettiği tefekkürü yapılmalı ve “Halkı bilinmem için yarattım (zuhura çıkardım)” bölümü ile de uluhiyetini (ilahlığını) tüm “birimsel-izafi ben” liklerde sürdürdüğünü ilan ettiği düşünülmelidir. “Gizli hazineden” zuhura çıkan tüm “birimsel-izafi ene” lerin, nefislerin Allah’ın uluhiyeti kontrolü altında olduğunu hiç unutulmamalıdır. Her bir “izafi-birimsel ene” nin Allah’ın uluhiyetinin kontrolü altında olduğu tefekkür edilerek, her bir nefsin “bağımsız benlik” leri olmadığı fikrine “lâ ene illallah, lâ ilahe illallah” zikri ile ulaşılmalıdır.
    “la ene illallah, lâ ilahe illallah” zikriyle hem benliğin gerçek sahibinin Allah olduğu ve bu benlikte Allah’ın ilah olarak tasarrufta bulunduğunu tefekkürle zikirlerini yapması kişiyi şirkten kurtaran en önemli hususdur.
    Bu konuda Allah’ın buyruğu: “Allah’a firar edin” (Zariyat/50) ayetinin emriyle her hususta ve her mertebede yüzünü Allah’a dönmektir.
    Kişinin emanet benliğini, bencillikle ilah edinmesi hususunda Peygamber Efendimiz (sav):“Vücudun kadar büyük günah olamaz” buyurmuşlardır. İnsan, vücudunu, zatını temsil ettiği benim dediği varlığının Hakk’tan köken aldığını, O’nunla müteşekkil olduğunu, nefsini Allah’ı bilmek için emanet edildiğini unutur; Allah’ın yanı sıra ikinci bir vücud ve ilah varmış vehmine, algısına kapılıp şirke düşmüş olur.
    dizeleriyle insanın yaşam amacının nefsini, kendini bilmek olduğunu belirtmiştir. Nefsini bilen, Rab olan Allah’ı bilecek, şirkten kurtulacaktır. Diğer bütün ilimler ise bu konuda araçtır. Nefsi ve Rabbı bilmek amacına ulaşmak için araçlara ihtiyaç olacağı açıktır. Zira Peygamber Efendimiz (sav) “Nefsini bilen Rabbını bilir” diyerek bu yolu başlatmıştır. Burada bilinen nefis, sadece emmare yönü ile nefsi bilmek değil, aynı zamanda nefsin tüm mertebelerini ve hakikatini bilmek kastedilmiştir. Ayrıca “Her doğan çocuk İslam fıtratında doğar. Sonra onu ana, babası (çevresi) Hıristiyan, Yahudi veya müşrik yapar” buyurarak Allah’ın doğuştan her insana İslam’ı kolaylaştırdığını, bu yolda çalışma ve ilim ile gerçek Rabbına ulaşabileceğinide vurgulamıştır. Nefsi İslam fıtratında yaratılan insan, büyüdükçe nefsine arız olan her türlü ahlak, nitelikler ve özelliklerden sıyrılarak, nefs-i natıkanın ana ahlakı olan Kur’an ahlakına ulaşmak için gerekli çalışmaları yapıp, bu konuda gerekli gayreti göstermelidir.
    Ayeti Kerimede “esirgediği nefs ola” diyerek kötülüğü emreden nefsin tasallutundan, hükmünden ancak Allah esirger ise kurtulacağımız belirtilmektedir. Allah’a sığınma ve tevbe etmenin bu konuda ne derece önemli olduğu açıktır. Bu konuya “Allah’ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz” (Nisa/83) ayetiyle önemli ölçüde açıklık getirilmiştir.
    Ene’nin, şahsın kendine yönelik bencilliği en büyük puttur. Bencilliği ilah edinen kişide başka başka putlarda ortaya çıkacaktır. Zira ayna özelliğini yitirmiştir. Bu putlar zaman zaman değişerek kişinin konumuna göre ve ölçüsüz davranmasıyla ortaya çıkabilen mal ihtirası, para ihtirası, evlat, makam, mevki ihtirası vb. gibi bencillikten (ego) köken alan tali putlardır. Kişinin enesi, nefsi, ancak ölümle boyut değiştirdiğinden, nefs mücahedesi ve tezkiyesi ömür boyu devam eder. Nefs ölümü tadıp, kabre girince boyut değiştirir. “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur” hükmü gereğince nefs kabir boyutuna oradanda ahiret boyutuna intikal edecektir.
    Nefsin hakikatine (ilahi nefs) ulaşmanın ve bu eğitimi almanın yolu bir arif mürşid-i kamilin eğitimine girmektir. Ancak kişi bir mürşidi kamil bulana kadar, “estağfırullah”, “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed”, “Lâ ilahe illallah”, “la ene illallah, la ilahe illallah” zikirlerini bu bilgilerin tefekkürü ile yapabilir. Daha üst eğitim alması mürşidi kamile intisap ile olur. Daha üst mertebelerin zikirleri, karışık ve izinsiz yapılırsa kişinin dengeleri bozulabilir. Ancak ilmi ve bilgisi alınır. Zira “ilim müminin yitik malıdır, nerde bulsa almalıdır” hükmü geçerlidir. Ancak ilmi kendine hal edinmek için eğitime ve kamil mürşide ihtiyaç vardır.
    “lâ ene illallah” tevhid zikri ile, birey insan ilk olarak benliğin, ene iddiasının Allah’a ait olduğunu, benliğinin ancak Allah’la kaim olduğunu anlamaya başlar. Kendi “izafi benliğinin” kendisine Allah tarafından “ilahi nefs” ten ve “ilahi ben” liğin bir izdüşümü olarak verildiğini yavaş yavaş idrak etmesidir. Kendi “ene” sinin, nefsi’nin Allah ile var olduğunu, ilahi ene’nin bilinmek istemesi neticesinde kendi Zatı ile irtibat kurabileceği, ilahi nefsin izdüşümü, gölgesi, tecelli mahalli olarak insana da kendi ene’sini temsil eden birimsel nefsi emaneten verdiğini idrak etmesi gerekir. Bu idrake ulaşıp, bunu hayatına adapte etmeye başlayan birey insan, bu alemlerde ilk kez olarak Allah ile irtibatı sağlayacaktır. Ve dünya hayatında nefsini, benliğini kontrol eden tek bir ilahın Allah olduğu fikrine ulaşacaktır. “la ilahe illallah” zikri ile de bu uluhiyetin, ilahlığın tüm birimsel nefislerde de geçerli olduğunun farkına varacaktır. Allah her bir ene’de, benlikte uluhiyetini ilan etmektedir.

    Allah uluhiyetini (ilahlığını) ilan etmiş, uluhiyetinin vasıflarınıda Kur’an ve Sünnet-i Muhammediye ile insanlara açıklamıştır. Uluhiyetinin ortaya çıkış ve tecelli mahalli olarakta insanın nefsini halk etmiştir. Kişinin nefsinde tecelli devamlı olduğu için, kişi nefsi vasıfları da devamlı değişen bir canlıdır. Hayat tecellisi devam ettiği sürece, elde ettiği ilim ve tecrübeler ile her gün vasıflarını iyiye doğru geliştirmelidir.
    Bu suretle kişinin benliği, şahsiyeti, hüviyeti nefsinin sıfatları devamlı gelişecektir. Tersi olursa ahlaki vasıfları, şahsiyeti, hüviyeti gerileyecektir. İşte nefsimizin sıfatlarının Allah’ın sevdiği ve razı olduğu sıfatlara göre düzenlenmesi için, nefs mücahedesi, nefs terbiyesi ve nefs tezkiyesi (arınması) şarttır. Bunun için irfan yoluna, seyri sûluka çıkılmalıdır. Bu yolda gerekli olan şartlara uymak gereklidir. Bu nedenle kudsi hadiste; “Allah’ın ahlakı ile Peygamber ahlakı ile ahlaklanınız” buyurulmuştur. Kur’anda da “Sen yüce bir ahlak üzerindesin”(Kalem/4) ayetiyle peygamber efendimizin ahlakı övülmüştür ve Ahlakının “Kur’an ahlakı”olduğu belirtilmiştir. “Benim mucizem Kur’andır” hadisi ile bu ve benzeri hususlar teyit edilmiştir. İşte nefsimizin ahlakını peygamber ve Kur’an ahlakına ne kadar benzetip, uygulayıp, hal edinebilirsek, o kadar Allah’ı razı etmiş ve Allah’ın sevdiği kullar sınıfına girmiş oluruz. Bu hususu Hz. Resul (sav) “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” hadisi ile insanın gerçek hedefini, maksadını kısaca özetlemiştir. Peygamber Efendimiz (sav) nefsi itibariyle Allah’ın aynasıdır. “Muhammedi aynadan, Allah görünür daim” denmiştir. Dolayısıyla Allah istediği, arzu ettiği, emrettiği ahlakı Hz. Muhammed (sav) ile zuhura çıkarmış, sünneti ilede hayata nasıl adapte edileceğini göstermiştir. İşte her insanada bu ahlakı kazanabilmesi için, nefs-i natıka ayna özelliğinde verilmiştir. İnsan kendi nefs aynasına bakarak (nefsini hesaba çekerek) hangi sıfatlarının, özelliklerinin Hz. Resül’un (sav) ahlakına uyduğunu, hangi özelliklerinin, vasıflarının uymadığını araştırmalıdır. Nefs aynasındaki kirler tevbe, istiğfar ile temizlenmeli, salavatı şeriflerle ayna parlatılıp, cilalanmalı, zikir ve tevhidlerle de bu Peygamber ahlaki özellikleri sabit tutulmaya çalışılmalıdır. Bu çalışmalar yapılırken sabır ve şükür elden bırakılmamalıdır. Nefsinin iyi vasıfları için şükür, bu vasıfları elde tutmak için sabır, kötü vasıfları değiştirmek için mücahede ile sabır göstermelidir.
    Her insan kendi özelliklerini, vasıflarını, ahlakını en iyi kendi bilir ve onu gözleyen arif bilir. Nefs-i Muhammedi aynasında bu özellikleri araştırır, eksiklerini tamamlama azminde olursa ve Allah’a sığınırsa Allah’da Muhammedi Ahlak’tan o kişiye ikram edecektir.
    İnsan Allah’ı unutmamışsa, Allah nefsine iyiliklerini ve kötülüklerini bildirir, ilham eder. İnsan bu nedenle kendine karşı dürüst ve gerçekçi olmalıdır. Kendine iyilik etmek istiyorsa, Allah’ın uyarılarına kulak vermelidir. Müminlerin, birbirlerini hakkındaki eleştirileri ve kişinin özeleştirileri dikkate alınmalıdır. Zira hadiste “Mümin, müminin aynasıdır” buyurulmuştur. Kamil Mürşidi varsa, kişiye ayna görevini zaten o yapacaktır. O’nu bulana kadar Peygamber ahlakını kendine düstur edinmelidir.
    Nefs aynasının önemini Hz. Resul’un (sav) şu hadisinde de görmekteyiz. “Kötü örnek, örnek olmaz”. İşte bu nedenle kötü ahlak vasıflarını nefsimizden uzak tutmalıyız. Bu nedenle“Kiminle arkadaşlık ettiğine iyice bir bak. Zira kişi arkadaşının dini üzeredir”hadisiylede kötü örneklerden uzak durmamız, iyi ahlak modellerinide örnek olarak almamız gerektiği açıktır.
    “Rabbena zalemna enfüsüna…….” (Araf/23)
    “Rabbim nefsimize zulmettik” diyerek nefsini ilahi hakikatine zulmettiklerini, bu hakikati yeni anlayıp, idrak ettiklerini açıklamışlardır. Ayetin devamında da Allah’tan af dileyip, tevbe edip bağışlanma dilenmiştir. Bu tevbeyide “Allah’ın şu ağaca yaklaşmayın” emrine uyamadıkları için yapmıştır. Adem Peygamberlikle görevlendirilmiştir. Aksine şeytan “Adem’e secde edin” emrine karşı gelmiş, benliğinin kendine verdiği gurur ve kibir ile büyüklük taslamış, tövbe de etmeyerek, Haktan, Allah’ın indinden kovulmuştur. Önce ikiside emre uymamış ancak biri tevbe etmiş diğeri etmemiştir. Bizde nefsin ilahi hakiki yönünü idrak edip, benliğimizin zuhur mahalli olan nefsimizi Allah’ın halk ettiği ve kendisinin bilinmesi için bize armağan ettiğini anlayarak yaşamalıyız. Bunu yaparken şeytanın kaderinden kaçıp tevbe ederek Adem’in kaderini tercih etmeliyiz. Böyle bir tevbe davranışı bizi Allah’a yakınlaştıracak ve Allah’ın sevgisini yeniden kazanmamıza yol açacaktır. Aksi ise, şeytan ve firavun gibi benliğimizi ve buna bağlı heva ve heveslerimizi ilah edinmemiz demektir. Bu da bizim şeytan gibi Hakk’ın dergahından kovulmamız, uzaklaştırılmamız demektir. Aynı zamanda aslımızı ve hakikatimizi inkar etmemiz, örtmemiz demektir.
    Yüce Peygamberimiz (sav) bazı sözlerine başlarken şu ifadeyi kullanmıştır: “Nefsim kudret eli altında olan Allah’a yemin ederim ki …” Bu ifadede çok büyük sırlar gizlidir. Habibullah (Allah’ın sevgilisi) olan Hz. Resul (sav), nefsinin, benliğinin Allah’ın kudret eli altında ve emrinde olduğunu vurgulamıştır. Allah’ın aynası olan O’nun nefsi bile Allah’ın kudreti içinde ise, bizlerin nefsininde Allah’ın kudreti dahilinde olacağı açıktır. Zira şu ayetlerle bizlere bunun böyle olduğu bariz bir şekilde gösterilmiştir;
    “Allah sizi tek bir nefisten yarattı” (Nisa/1)
    “……… Nefsinizden bir peygamber geldi………” (Tevbe/128)
    Hz. Peygamber (sav), Tebük savaşından dönerken ashabına “Küçük cihaddan büyük cihada gidiyoruz” derler. Şaşıran sahabiler “Büyük cihad nedir?” diye sorarlar. Hz. Peygamber (sav) “Nefisle yapılan cihad” cevabını verir. Ayrıca bu hususu bütün zamana yayan hadisinde “Mücahid, nefsiyle cihad edendir” buyurmuşlardır. Nefisle olan cihadın, her nefs mertebesinde ve ömür boyu devam edeceğinide açıklamışlardır. Kendi nefsiyle mücahede edip, onu tanıyan kişi diğer nefislerin özelliklerini, hatta alemlerin nefislerinide (nefsi külli) tanıyacaktır. Böyle bir nefis, himmetini, gayretini ulvi amaçlara yöneltebilir. “Kimin himmeti milleti ise o kimse tek başına küçük bir millettir” hakikatine mazhar olur.
    Rivayet edilir ki Cenab-ı Hakk kendi nurundan aklı yaratır. Ona gel der, akıl gelir. Git der gider. Ben kimim sen kimsin diye sorar. Akıl “Sen benim Rabbi Rahimimsin” ben ise “Senin aciz kulunum” diye cevap verir. Cenab-ı Hakk akla hitaben der: “Senden daha aziz bir mahluk yaratmadım. Seninle verir, seninle alırım.”
    Sonra nurdan nefsi yaratır. Ona gel der, nefis gelmez. Ben kimim, sen kimsin? Diye sorar. Nefs “ben benim, sen sensin” der. Bunun üzerine nefsi ateşe atar. Nefs hala “Ben benim, sen sensin” demektedir. Cenab-ı Hakk ardından nefsi aç bırakır.” Ben kimim, sen kimsin?” diye sorduğunda, nefis “Sen benim Rabbi rahimimsin, ben senin aciz kulunum” cevabını verir.
    Nefsi emmare hiçbir şeyle tatmin olmaz. Bu konuda Hz. Resul (sav): “Allah’ım doymayan nefisten sana sığınırım” duasında bulunarak, nefsin isteklerinde ölçülü bir davranış sergilemek gerektiğine işaret etmişlerdir. Bu nedenle arifibillah Bekir Sıdkı Visali Hazretleri (ra): “Nefsin riyazatı akla tabi olması, aklın riyazatı Kur’ana tabi olmasıdır”ifadesiyle konuyu özetlemiştir.
    Nefsi emmarenin tembelliğine karşıda Kur’an-ı Kerimde “İnsan için çalıştığının karşılığı vardır” (Necm/39) ayetiyle tembelliğin önüne geçilmiştir.
    “Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa nefsine zulmetmiş olur” (Talak/1) ayetiyle nefsin sınırlarının Kur’anla çizilmiş olduğu özetlenmiştir.
    “İyilik ve takvada yardımlaşın; günahta ve haddi aşmada yardımlaşmayın”(Maide/1) ve “Pehlivan, rakibinin sırtını yere getiren değil, öfke anında nefsine hakim olabilendir” gibi ayet ve hadis örnekleriyle nefse ve fiillerine ilişkin ipuçları verilmektedir. “Ya Rabbi! Göz açıp kapayıncaya kadarda olsa beni nefsime bırakma”hadisiyle de nefsi emmareye güven olmayacağını ve nefs hususunda Allah’a sığınmanın ne derece önemli olduğu vurgulanmaktadır.
    Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde: “Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini bilin” diyerek bu 5 şeyi şöyle sınıflamıştır:
    1) Ölüm gelmeden önce hayatın,
    2) İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin
    3) Hastalık gelmeden önce sağlığın
    4) Fakirlik gelmeden önce zenginliğin
    5) Meşguliyet gelmeden önce boş vaktin.

    İşte ömür sermayemiz içinde, nefsi ve Allah’ı bilme yolunda bütün gayret ve azmimizi göstermek kendimize yapacağımız en büyük iyiliktir. Zira Allah ilgili ayette bu ömür sermayesini iyi değerlendirmemiz için bizi uyarmaktadır: “Biliniz ki Allah’ın cezalandırması çetindir ve yine Allah’ın bağışlaması ve esirgemesi sınırsızdır”(Maide/98)
    “Ey insanlar! Allah dilerse sizi yokluğa gönderip başkalarını getirir. Allah buna kadirdir” (Nisa/126)

    Unutma: “Bu dünyada kör olan kimse ahirettede kördür, üstelik iyice yolunu şaşırmıştır” (İsra/72)
    “Ene” benlik Allah’a aittir. Allah’ın “Ben liği Zatı Nefsi ile kaimdir. İnsanların ve mevcudların benlikleride nefesi rahman tecellisi ile Allah’ın Zatı Nefsinin gölgesi mesabesinde olan birimsel nefslerinden ibarettir. Her nefs ait olduğu birimin zatını temsil eder. Birimsel nefsin varlığı ve devamı Allah’ın Zati Nefsi sayesindedir ve Ona bağımlıdır. Her birimsel nefis, Allah’ın Zatı Nefsi irtibatlıdır. Bu irtibatı Allah’ın tecellileri sayesinde devam ettirir. Allah’ın tecellileri ölçüsünde nefs Allah’la irtibatlıdır. Allah’ın tam tecellisini hiçbir nefs kaldıramaz. Bu nedenle tecelliler zamana, mekana ve belli bir ölçü ve miktara göredir. Allah hiçbir nefse kaldıramayacağı yükü yüklemez, kaldıramayacağı tecelliyi yapmaz. Bunu örneklendirecek olursak, tüm dünyaya aynı anda yağmur yağdığını farz edersek, her mevcud ve birey bu yağmurdan hissesini alacaktır. Her birey yağmuru hissedecek, etki ve sonuçlarını ilim yolu ile de bilecektir. İlim maluma tabi olduğundan kendi payına düşen yağmur bilgisi oranında tüm dünyadaki mevcutlar ve bireylere de aynı ölçüde etki ettiğini idrak edecektir ve yağmur hakkında elde ettiği bilgi oranında da genellemeye gidecektir.

    Kişi zikirlerini yaparken ve günlük yaşamında “İman, Allah’ın nerede olursan ol seninle olduğunu bilmendir” hadisini düstur edinerek hayatına adapte etmeye çalışmalıdır.
    Allah’ın, nefsimize, zatımıza Nur ismi ile tecelli ederek nefsi karanlığımızı, aydınlığa, ilme, nura çevirmesi, nefsimizi esirgediği nefislerden kılması, bu yolda yürüme azmi ve iradesi vermesi niyazı ve duasıyla, AMİN.

    NEFS-İ EMMARE
    Anlamı: Kötülüğü emreden nefs mertebesi
    ZİKRİ: lâ ilahe illallah
    (İlah yok ancak Allah var) (İlah ancak Allah’tır) (Uluhiyet (ilahlık) ancak Allah’a aittir)
    (Allah’dan başka ilah yoktur)
    TEVHİD ZİKRİ: lâ ene illallah, lâ ilahe illallah
    (ene, benlik ancak Allah’a aittir) (ilah ancak Allah’tır ...

    Daha fazla »»
    Yunus Emre
    Yunus Emre
    NEFS-İ EMMARE
     Gözat Cevap: 1  
    0 Beğen
  • Yunus Emre
    Yunus Emre Forma konusu yanıtladı..
    Yunus Emre Yeni form yayınladı
    NEFS-İ LEVVÂME
    NEFS-İ LEVVAME
    Anlamı: Kendini kınayan, levm eden, pişman olan nefs mertebesi.
    ZİKRİ: Allah Allah Ya Allah
    Allah esmasının kısaca anlamı: Lafzatullah. Kainatı alemleri var eden, halk eden, idare eden yüce varlık. Zerreden alemlere bütün mevcudların yaratıcısı, her türlü noksan sıfatlardan uzak, bütün güzel isimlerin, yüce, ezeli ve ebedi sıfatların sahibi ve her şeyin gerçek mabudu olan. Gerçek mabudun ve tek yaratıcının özel ismi. Allah ismi, Rububiyet sıfatları ile donanmış gerçek vücudu ile münferit olan varlığın ismidir. O’ndan başka her mevcudun mevcudiyeti Allah sayesindedir. Allah’la kaimdir. Her mevcud ancak O’nunla mevcudiyetini devam ettirebilir. Allah ismi bütün isim ve sıfatları cem eden Zat ismidir.
    TEVHİD ZİKRİ: lâ maksude illallah; lâ ilahe illallah
    (Allah’dan başka maksad yoktur) (Maksad ancak Allah’tır) (Allah’dan başka ilah yoktur)
    (İlah ancak Allah’tır)
    MAKSAD: Amaç, hedef, varılmak istenen sonuç
    İDRAK AYETİ: “fenada fizzulumâti en lâ ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimiyn” (Enbiya/87)
    Mealen: “Karanlıklar içinde “senden başka ilah yoktur, sen münezzehsin, doğrusu ben zalimlerden oldum” diye niyaz etmişti.”
    İDRAK AYETİ: “İnnellahe yuhibbüttevvabiyne ve yühibbil mutatahhiriyn.”(Bakara/222)
    Mealen: Kesinlikle Allah çok tevbe edenleride sever, çok temizlenenleride sever.”
    İDRAK AYETİ: “la uksimü bi yevmil kıyameti (1) ve la uksimü binefsillevvameti (2)” (Kıyamet/1-2)
    Mealen: “Kıyamet gününe yemin ederim. Kınayan nefse de yemin ederim.
    Nefs-i natıka bu mertebede “hayvani ruh” ismi ile müsemma olur.
    YAŞANTISI: Nefs-i levvamenin biri nefs-i emmareye diğeride mülhimeye bakan iki yüzü vardır. Ehli hayvandır. Davul önünde oynar, kürsi dibinde ağlar. Kendini beğenmiş olup, şer kaynağıdır, ham sofudur. Cehalet, hamlık, kızgınlık, gıybet, levm, çok yemek ve şehvet ahlaki vasıflarıdır. HAVF ve RECA arasında yaşar.
    Bu mertebeden kurtulup yükselmenin anahtarı zikirlerini yapmak aracılığı iledir. Mürşidinin Salik’e yapmış olduğu telkinle zikre başlar, nurunu, sırrını ve halini müşahede edinceye kadar çalışmalarına devam eder. Rengi kızıldır. Mürşidinin himmeti irşadıdır.
    Bu nefis mertebesinde, hemen hemen nefsi emmarenin kısmen ıslah olmuş halidir. Benlik bilinci ve benliğinin Allah’la devam ettiği idraki ve çabaları kişiyi küfür ve nifaktan kısmen kurtarmışsada henüz hal halini almamıştır. Yaşantısına zaman zaman bu konuyu adapte etmektedir. Kötü ahlak vasıflarından tam manasıyla kendini kurtaramamıştır. Fırsat bulur bulmaz bu kötülüklere ve vasıflara meylederek, yaparak emmareliğe düşüverir. Onun için bu nefs mertebesinde olanların uyanık olup, nefs mücahedesi ile nefsin ihtiraslarına karşı muhalefet ve tevbe ile nefsi mülhime mertebesine geçmeye çabalamaları gerekir. Gevşeklik göstermemeli gayret, çaba ve çalışmalarına devam etmelidir.
    Nefsi benliğinin tesirinde olan kimse, yukarıda bahsedilen biçimde çalışmalarını sürdürdükçe yavaş yavaş manen güçlenmeğe başlar. Nefs-i emmarede kendine hakim olamayan, yapmış olduğu her kötü işte “oh olsun, ne iyi yaptım” diyen ve pişmanlık duymayan kişi, nefs-i levvameye ulaşınca, şuurlanmaya ve pişmanlık duymaya başlar. Bu şuurlanmada nefsinin, benliğinin emanet olduğu ve Kur’an ve Sünnet-i Muhammediye’ye göre yaşanmak üzere bu nefsin verildiği bilinci önemli rol oynar. Nefsin ilahi hakikatini örtmemeye çabalama idraki pişmanlıkta önemli rol oynar. Himmetini yüceltirse, azimle ileri doğru yol alır. Ancak tersi olursa, nefsi emmareye ve emmare vasıflarına geri döner.
    Nefs-i Levvamenin huylarını şöyle özetliyebiliriz:
    Fısk: ilahi emirlerden kaçış
    Cehalet: Maddi ve manevi ilimleri öğrenmekten haz duymama, kaçış
    Ucub: insanın helakına sebep olan kendini ve özelliklerini beğenmek ve bu konuda ısrarcı olmak
    Uykuyu sevmek: Gereğinden fazla uykuya düşkünlük, vakitlerini uyku ve gereksiz şeylerle meşgul ve zayi etmek.
    Yemek ve içmeye gereğinden fazla, ölçüler dışında düşkün olmak
    Hırs: Dünya ve içindekilere karşı ihtiraslı olmak, hiçbir şey ile tatmin ve mutlu olmamak, kanaati ve şükrü unutmak
    Pişmanlık: Yaptıklarına pişman olmak, ancak iradesini pişmanlığa düştüğü şeyler hakkında, vazgeçmek hususunda her zaman kullanamamak
    Şehvet: Cinsel ve diğer nefsi arzularına karşı aşırı istekli olmak, tatmin için gayrı meşru yollara da sapmak.
    Geçimsiz olmak.

    Bu fena huylar, hem manevi pislik, hemde zehirli mikrop gibidir. Tüm kötü ahlak sıfatlarından kurtulmak için, yaşam maksadımızı, çokluklardan kurtarıp tek bir hedef haline getirmek ve bu bilinçle hareket etmek gereklidir. Tek hedef, maksat ise Allah’tır. Hedefi Allah olan bir kişi, Allah’ın rızası ve istekleri doğrultusunda hareket edecektir. Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde yaşam amacını kilitleyecektir. Böylece dünya hayatından alacaklarınıda Kur’an ve Sünnet-i Muhammedi doğrultusunda alıp, kullanıma sokup, hayatına adapte edecektir. İşte bu nedenle “la maksude illallah; lâ ilahe illallah” tevhid zikri, hedefi birleyip onu Allah’a rabtedecektir. “Allah” zikride gerçek maksadını ve varmak istediği hedefe kişiyi ulaştıracaktır. Hayatımızı Allah ile birlikte olacak şekilde günlük yaşantımıza sokmak üzere planlamalıyız. Daha öncede belirtilen kudsi hadiste:
    “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmekliliğimi sevdim. Halkı zuhura getirdim (yarattım). Nimetlerimi sevdirdim. Taki beni bilsinler”
    İşte insan Allah’ın sevdirmesi ile, O’nun halk ettiği (yarattığı) varlıklara karşı muhabbet duyar. Ancak emmare ve levvame nefis mertebelerinde bu sevgi ve muhabbet Allah’ın istediği şekilde sevgi ve muhabbetten sapmış kendi “ene” sine ve kendi ihtiraslarına yönelmiştir. Bu sevgi ve muhabbetin kaynağını bilememekte, dolayısıyla Allah’ın kendisinin bilinmesi için verdiği bu sevgiyi, Allah’ın Kur’an ve Sünneti Muhammedi ile koyduğu ölçüler dışında kullanmaktadır. Bütün sevgi, muhabbet ve aşkların temelinde, kaynağında ilahi aşk yatmaktadır.
    Ehlullah aşkı üç sınıfta toplamıştır:
    Hayvani aşk: Bu aşkta hiçbir ölçü yoktur. Kişi bu düzeyde en çok sevdiği kendi benliğine bile zarar verecek düzeyde ölçüler dışına çıkar. Örneğin; İçki içer, sigara içer, hırsızlık yapar, gayri meşru zeminlerde şehvetini tatmin etmeye kalkar (vb). İddiasına göre en çok sevdiği olan kendi benliğini, daha bu dünyada iken tehlikeli, riskli durumlara atar. Ahiretteki sonuçlarını düşünmek istemez, düşünmez bile. Kendine yapabileceği en iyi şeyin, kendine çeki düzen vermek olduğunu arasıra anlayıp, pişman olsada bir türlü bu alışkanlıklardan, sevgilerden vazgeçmez. Haline yansıtmaz. Sevginin, aşkının kaynağınıda bilmediğinden ilahi aşka yönelmez. Sevgilerini, ilgilerini çoğaltır ve haram yollarla bunları tatmin yolunu tutar.
    Mecazi aşk: Kişi bu aşk düzeyinde bir öncekine göre kendine daha az zarar verir. Sevgisini, muhabbetini, aşkını nispeten daha ölçülü düzeyde yaşar. Ara sıra bu aşkı hayvani düzeye inse bile kendini toparlar, pişman olur, pişmanlığını daha uzun süre gereklerini yerine getirerek, hayvani düzeye inmeden meşru zeminlerde sürdürür. Ama sevgisinin ve aşkının ana kaynağını yine bilmez. Bu düzenlemeleri kendi benliği için yapar. Kendi benliğine, nefsine zarar vermemeyi tercih etmiştir. Gayri meşru ve israf düzeyinde bu sevgi ve aşklarını sürdürmemeye gayret eder. Ara sıra harama düşse de hemen tevbe eder. Mecazi aşk, ilahi aşka köprüdür.
    İlahi aşk: İlahi aşk sahibi insan, tüm sevgi muhabbet ve aşkların ana kaynağının Allah olduğunu bilir. Maksadı, gayesi Allah’tır. Dolayısıyla bu insan, sevgi, muhabbet ve aşklarının yönlendirdiği eşya ve kişiler hakkındaki sevgi ve aşklarını Kur’an’ın ve Sünneti Muhammediye’nin ölçülerine ve kalıplarına sokar. Yine bilirki Allah bu sınırları, bu sevgileri hayvani aşka ve mecazi aşka düşmeyip, düşse bile yinede bu düşüş sırasında yine Allah’ı bilip, bulup, ölçülere uyması için koymuştur. Zira Allah bu eşya ve kişilere olan sevgi, muhabbet ve aşklarla, bu vesilelerle, kendini ve aşkını buldurmak istemektedir. Konulan ölçüler ve sınırlar yine insanın kendisi içindir. Dünya ve ahiret dengelerinin sağlanması ve bireyin ve toplumun her iki cihan saadetinin sağlanması içindir. Zira Allah bir kalpte iki sevginin bir arada olmasına izin vermez. İstediği, o kalpte kendi ilahi sevgisinin ve buna bağlı ölçülü sevgilerin olmasıdır. Kendimizi severken bile ölçülü olup, bu benliği veren, halk eden Tek ve Bir Allah’ı sevmek suretiyle kendimizi O’na bağlamalıyız. Maksadımız ve hedefimiz de bu olmalıdır. Zaten insan tefekkür edecek olursa, sevdiği her şeyin kaynağının Allah olduğunu, Allah sayesinde var olduğunu anlaması zor olmayacaktır. Öyle ise aşkı tek bir aşka çevirmeside bu tefekkür ile zor olmayacaktır.

    Aşk, ister mecazi tarafından, ister ilahi tarafından olsun yani Hakkın sıfatları ve isimleri tarafından olsun, sonuç olarak bizim için Rabbın Zatına rehberdir.
    Kişi aşkı, muhabbeti, izafi-beşeri-birimsel benliğine yönlendirmekten kurtarıp, aşkını ilahi benliğe, ilahi Zata yönlendirmelidir.
    Mevlana Hz. leri “mecaz hakikate köprüdür” buyurmuşlardır.
    Özetle, Allah sevilmeli, sonra halkettikleri (yarattıkları), O’nun koyduğu ölçülerle sevilmelidir. Yunus Emre bu hususu: “Yaradılanı severiz, yaradan’dan ötürü” diyerek özetlemiştir.
    Ayrıca “Sevelim, Sevilelim” diyerekte Allah’ı seversek, sevileceğimizi bize bildirmiştir.
    Bu suretle bize kalan, öğrenmemiz gereken tek görev neyi, kimi hangi ölçülerle seveceğimiz konusudur. Bunu da Kur’an ve Sünneti Muhammedi ile ilan etmiştir. Bu sınırlara tecavüz etmeden yaratılmışlara gösterilen her türlü ölçülü sevgi, övgüyü Hakk eder. İşte bu nedenlerle birey, ferd olarak insan sevgi ve aşklarını Allah’a raptederek ilahi aşka kaydırırsa, sevgi konusunda da Allah’ı tevhid edecektir. Hedef ve maksatlarını da tevhid edip, hayatına çekidüzen verecektir.
    Maksadı, hedefi Allah olan kişi Allah’ın neleri sevdiğini, neleri sevmediğini bilmesi gerekir: işte bazı ayetler;
    “Dürüst davranın. Allah dürüstleri sever” (Bakara/195)
    “Allah tevbe edenleride sever, temizlenenleride sever” (Bakara/222)
    “Allah sabredenleri sever” (Al-i İmran/146)
    “Allah iyi davrananları sever” (Al-i İmran/148)
    “Allah kendisine tevekkül edenleri sever” (Al-i İmran/159)
    “Resulüm De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (Al-i İmran/31)
    “Allah güzel davranışta bulunanları sever” (Al-i İmran/134)
    “Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever” (Maide/13)
    “Allah adil olanları sever” (Maide/42)
    “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah sevdiği ve Kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda mücadele ederler ve hiç bir kimsenin kınamasına aldırmazlar” (Maide/54)
    “Allah haksızlıktan sakınanları sever” (Tevbe/4)
    “Allah adaletli davrananları sever” (Hucurat/9)
    “Allah bozgunculuğu sevmez” (Bakara/205)
    “Allah inkarcılıkta ve günahta ısrar eder kimseyi sevmez” (Bakara/276)
    “Allah zalimleri sevmez” (Al-i İmran/57)
    “Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran kimseyi sevmez” (Nisa/36)
    “Kendilerine hiyanet edenleri savunma, Allah hainliği meslek edinmiş günahkarları sevmez” (Nisa/107)
    “Allah aşırıları sevmez” (Bakara/190)
    “Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez” (Maide/87)
    “Allah israf edenleri sevmez” (Enam/141)
    “Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka” (Nisa/148)
    “Doğrusu O, zalimleri sevmez” (42/44)
    “Şu kesindir ki O, kibirlenenleri hiç sevmez” (Nahl/22)
    “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez” (Araf/55)
    “Allah hainleri sevmez” (ENFAL/58)
    “Allah hain ve nankör olan herkesi sevgisinden mahrum eder” (Hacc/38)
    “Bil ki Allah şımarıkları sevmez” (Kasas/76)
    “Allah kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez” (Lokman/18)
    “Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez” (Araf/31)
    “Allah ise bozguncuları sevmez” (Maide/64)
    “Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma” (Kasas/77)
    Kudsi Hadis:
    “Akıllı kimse vaktini üçe ayırmalıdır. Bir saatinde Rabbine dua etmeli, diğer saatinde nefsini hesaba çekmeli, bir saatinide yemesine ve içmesine (dünyasına) tahsis etmelidir.”
    Böyle bir durumda nefis nurlanacak, zaten nur olan, nuru örtülmüş olan nefsin nuru artacak ruhun nuru ile nurlanıp, ruha muti olup uyacaktır, uymaya başlayacaktır. Aksi ise isyan edip, nurdan zulmete, karanlığa geçiştir ki emmareliğe düşüş ile neticelenir.
    “Herkese, uğruna yaratıldığı şey müyesserdir” ve “Bir şeyi aşırı sevmen, seni kör ve sağır yapar” hadisi şerifleri hedeflememiz gerekenin Allah olduğunu bizlere ne güzel açıklamaktadır. Allah dışındaki sevgilerin tam bir hedef ve maksat olamayacağı ve bu sevgilerin aşırıya kaçtığında bizi dünyaya ve Allah’a karşı kör ve sağır yapacağı ne güzel vurgulanmıştır.
    Bütün sevgi ve muhabbetlerin kaynağının ilahi muhabbet ve aşk olması nedeniyle, her ne eşya ve kimse olursa olsun, onlara olan muhabbet ve sevgimiz ölçülü olmalıdır. Peygamber Sünnetini bu konuda model almalıyız. Bu suretle, kötü ahlak vasıflarımız törpülenip kaybolacak, ölçüler konulacak ve iyi ahlak vasıfları oluşup, gelişmeye başlayacaktır. Yardım ise Allah’tan olacaktır. Ölçüye bir örnek verecek olursak; Kur’anda yemek içmek konusunda “Yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz” ayeti mevcuttur. Bunu tamamlayan hadis ise “Her arzu ettiğini yemen israftır” hadisidir. Çağımızın hastalıklarından obesiteye karşı ne kadar kuvvetli iki ölçü bilgi sunulmuştur.
    Allah’ın emaneti olan vücudumuzu korumak için birçok ihtiyacımız vardır. Yeme, içme, giyme, uyku ve aile ihtiyaçlarını temin etmek bunlardandır. İşte bizi halk eden Allah, Kur’an ve Sünneti Muhammedi ile bu hususları ölçülere bağlamış, düzene sokmuştur. Bu ölçülere uymak ise dünya ve ahiret menfaatidir. “İnsana çalıştığının karşılığı vardır”. (Necm/39) ayeti bizi bu ölçülerle çalışmaya sevk etmektedir.
    Her türlü sevginin ve muhabbetin kaynağı Allah’ın Zatıdır. Allah Zati Nefsinden O’nu anlayabilmemiz için bizlere nefislerimizi hibe etmiştir, halk etmiştir (yaratmıştır). Bu vehb olan nefsimizi bize, bilinmek ve bilinip istediklerini yerine getirmemiz için emanet etmiştir. Bedenimizi de buna aracı kılmıştır. Dünya aleminde ancak bu bedenle bulunabilmekteyiz. Zira ayeti kerime de “Nefisler bedenlerle birleştirildiğinde…” (Tekvir/7) denerek bu işin basit bir hadise olmadığı vurgulanmıştır.
    Bu nedenle emanete iyi bakmamız, emirler ve yasaklara riayet ederek emanetin hakkını vermemiz gerekmektedir. Bunu nasıl yapmamız gerektiğini açıklamak için hem dünya hem ahiret saadetimiz için, nefsimize hitap için Kur’an indirilmiştir. Kur’an’ın nasıl yaşanıp, hayatımıza adapte edeceğimizi öğretmek için Peygamberini Zatı nefsinin aynası olarak, içimizden nefsimizden seçip, yine bizlere hibe etmiştir.

    “Nefsinizden bir resul geldi” (Tevbe/128)
    “Gerçekten Allah, müminlere ihsan ve ikramda bulunmuştur. Çünkü onlara kendi içlerinden, onlara Allah’ın ayetlerini okuyan, onları temizleyip arıtan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermiştir” (Ali İmran/164)
    Sevdiklerimizi ve muhabbet ettiklerimizi Allah için sevmeli ve muhabbet etmeliyiz. Allah’tan gafil bir nefsle her neyi ve kimi seversek sevelim, sevdiklerimizi putlaştırma ve ilahlaştırma riski vardır. Buda şirk riskini taşır. Şirk ise ayetle sabit olduğu üzere en büyük zulümdür. Ve Allah’ın affetmediği tek şeydir. Zira Allah’ın tevhid bildirisine taban tabana zıttır. “Şirk en büyük zulümdür” (Lokman/13)

    “Ameller niyetlere göredir…” hadisiyle maksadını Allah’a ve emirlerine çevirip, niyetlerimizi dolayısıyla bu niyetlerle işleyeceğimiz fiillerimizi de Hakk yoluna döndürmeliyiz. Hadisin tamamı şöyledir: “Ameller niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah’a ve Resulüne ise, onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kiminde hicreti elde edeceği bir dünya malına yada evleneceği bir kadına ise, onun hicretide hicret ettiği şeyedir”.
    İnsan neye ve kime hicret edip yönelirse: Allah için ve Resulünün gösterdiği ölçü ve yöntemlerle ve fiillerle hicret edip yöneldiğinde; Allah’a ve Resulüne yönelmiş, hicret etmiş olur. Gösterdiğimiz sevgi ve muhabbetlerde, aşklarda da aynı ölçü söz konusudur. İşte bu nedenle Kur’an ve Sünneti Muhammedi ile konuyla ilgili ilimleri almakta farzdır.

    “Pişmanlık tevbedir” hadisiyle Peygamber Efendimiz (sav) bize büyük bir ışık tutmaktadır. Her mertebede geçerlidir. Allah’ın Zati İlmi sonsuz olduğundan, her yeni öğrendiğimiz bilgi bize yeni ışık tutacağından, o mertebede ya yaptıklarımızdan yada yapamadıklarımızdan dolayı pişmanlık duyacağımız açıktır. Ancak bu geçici bir durumdur. Zira rehberimiz Hz. Muhammed (sav) “Tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir” hadisiyle bizleri müjdelemiştir. Ancak arkasından aynı hataları işlemememiz için bizleri şu hadisle uyarmıştır:

    “Mümin aynı delikten iki kere ısırılmaz” diyerek tevbe ettikten sonra aynı hataları yeniden yapmamamız konusunda bilgi vermiştir. Allah’da kulların hata işleyebileceğini ve tevbeyi zorunlu kıldığını şu kudsi hadisiyle bildirmiştir: “Kullarım hiç günah işlemeseydi, işleyip tevbe etmeselerdi, onları yok eder yerlerine günah işleyip tevbe edecek yeni bir kavim yaratırdım”.
    Zira Allah Tevvab, Gafur, Gaffar, Afüvv gibi isimlerinin zuhura çıkacağı mahaller ister. Bu isimlerin zuhur mahalleri ise günah işleyenlerdir. Ancak Allah bunun devamlılık arzetmemesi gerektiğini şu ayetiyle açıkça ilan eder:
    “Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever” (Bakara/222).
    Allah tevbe etmeyi, manevi kirlerden temizlenip, arınma yolu olarak vermiş ve bu kişileri sevdiğini bildirmiştir. Bu temizlik halini ve Allah sevgisini kaybetmemek için Allah’ın emir ve yasakları hususunda azami dikkati ve titizliği gösterecek iradeyi kullanmamız gerekmektedir. Yine irademizi kullanarak, Nasuh tevbesi yaparak yani bir daha aynı günahı işlememek azmiyle tevbe etmemizi bize yine Kur’an bildirmektedir.
    Nasuh tevbesi nefs terbiyesinde, mücahesinde ve tezkiyesinde (arınma) çok önemlidir. Aynı hataya düşsek bile her defasında “Nasuh tevbesi” azmiyle yola çıkmak bize işlerimize daha büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Bu konuda şu hadisin uyarısına dikkat etmeliyiz: “Tekrar tekrar tevbe edip aynı günahı işleyerek Allah’la alay etmeyiniz”.
    Bütün bu bahsedilen ayet ve hadisleri analiz ve sentez ederek günahlardan ve hatalardan mümkün olan en kısa zamanda kurtulma azmi ve iradesini benliğimize, nefsimize yerleştirmeliyiz. Bu azim ve irade bizim bu yolda ilerlememizi hem kolaylaştıracak, hem yolu kısaltacak, hemde sosyal, maddi ve manevi yaşantımızı düzene sokacaktır. Kötü ahlak vasıflarından kurtulmamız, iyi ahlak vasıflarını kazanmamız için en önemli adımı oluşturacaktır. Bu da nefsin kötü vasıflarının kıyametidir. İşte bu nedenle başta verilen idrak ayetinde kıyamet ve nefsi levvame üzerine yemin edilmiştir. İşte tevbe ve pişmanlık bu mertebede bu nedenle çok çok önemlidir. Nefsi levvame üzerine yemin eden Allahu Teala bizi istikamete Kur’an ve Sünneti Muhammedi yoluna ancak bu şekilde gireceğimizi vurgulamaktadır.
    Yunus Peygamberde, nefsin karanlıklarından kurtulup, nefsimizin ilahi hakikatine ulaşmamız için bizlere bu mertebede yaptığı duayı örnek vermekte, bu şekilde Rabb’ın affına mazhar olmamıza vesile olmaktadır.:

    “lâ ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin”.
    Dikkat edilirse bu ayette karanlıklardan (nefsin karanlığı, cehaleti ve zulmünden) kurtulmak için, Allah tek ve bir ilah olduğunu ve uluhiyetinde eşi ve benzeri olmadığını kabul etmek zorundadır. Aksi nefsin ilahi hakikatine zulmetmektir. Benliğimizin istekleri doğrultusunda yaptığımız kötü işlerden kurtulmak için tevbe etmek çok önemlidir. Tevbe ettikten sonra yükümüz hafifleyecek ve nefsimiz nurlanacak aydınlanacak, karanlıklardan kurtulacaktır. Yunus aleyhisselamın hikayesinden kısaca şu dersleri çıkarmalıyız:
    - Aldığımız bir görevi kendi aklımıza göre karar vererek bırakmamamız gerektiğini
    - Dara düştüğünde Allah’tan yardım dilemeyi
    - Günah ve hatalardan sonra pişman olup tevbe etmeyi
    - Her zaman Rabbımızdan ümitvar olmayı
    - Başına gelen hadiselerden ibret almayı
    - Nefs muhasebesi yapıp varsa yapılan yanlışlıklardan pişmanlık duyup, tevbe etmeyi
    - Ahde vefayı
    - Gafletten uyanıklığa dönüş yapmayı, şuurlanmayı.
    Böylece kişi cüzi aklından, akl-ı küle, Allah’a doğru gitmede azmetmelidir, iradesini güçlendirmelidir.
    “Tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir” hadisiyle Peygamber Efendimiz, bize kul hakları hariç, büyük bir müjde vermiştir. Bu nedenle özellikle nefsi levvame mertebesinde ve her mertebede nefs muhasebesi yaparak, nefsimizi, kendimizi hesaba çekmeliyiz. Bu kendimize yapacağımız en büyük iyilik olacaktır. Bu nefs muhasebesinin her gün yapılması, hesaplarımızın birikmesini engelleyecektir. Zira Hz. Resul, bu hususu şu hadisi ile teşvik etmiştir.
    “Hesaba çekilmeden önce, nefsinizi hesaba çekiniz”.
    Kendi hayatını analiz eden insan, iyiliklerini ve kötülüklerini vicdanı kararmadıysa tespit edebilecektir. Bu nedenle iyilikleri için Allah’a şükredecek, kötülükleri için tevbe, istiğfar edecektir. Bu suretle kendi nefsini hesaba çekecektir. Nasuh tevbesi ile hatalarını, kusurlarını tekrarlamamak azmiyle adeta kıyameti kopup, yeniden doğup, yeniden hayata başlamış olacaktır. Yine ayeti kerime ile bu hususlar açıkça bildirilir: “Bütün iyilikler Allah’tandır, kötülükler ise nefsinizdendir”. (Nisa/79)
    İşte bu nedenle bu mertebede pişmanlık, tevbe-istiğfarın önemi çok büyüktür. Kendi “ene” si ile, benliğinle yaşarken, kendini varlık sahasına çıkartan Allah’ı ve ancak Allah’la var olduğunu anlayan insan, vechini, zatını Allah’a döner. Tıpkı Yunus aleyhisselam gibi. O’nun tek ve bir ilah olduğunu ikrar ederek, yaşamaya başlar. İnsandaki “ene” bilincini gerçek yerine oturtmak Allah’la var olduğunu bilerek yaşamaya yönelir. “Ene” nin, nefsinin gerçek sahibi Allah’a dönünce bu idrak bu mertebedeki kıyamettir.
    Nefsin hakikatine bir adım daha atmış, bu mertebedeki ilmi arttığından, bunu da hal edildikçe nefsi nurlanacaktır. Bu mertebenin irfaniyetiyle, “ene” si benliği kendinden ölene kadar ayrılmayacağının idrakiyle, tevbe istiğfarın her an, her mertebede gerekli oluğu idrakine varır. Gafleti, her an uyanık olma şekline, her an hata yapıp, günah işleyip, tevbe edebileceği, etmesi gerektiği şuuruyla yaşamına devam etme kararı verir. Bu nedenle bu mertebede pişmanlık, tevbe-i istiğfar ve tevbede azim çok değerlidir.
    Allahü Teala Kur’anında şöyle buyurmaktadır: “Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmederde sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır”. (Nisa/110)
    Kur’anın bir indiriliş amacınıda şöyle açıklıyor: “… Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonrada O’na tevbe etmeniz için indirildi”. (Hud/3)
    “Nihayet Allah’ın cezasından, yine Allah’ın kapısından başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılarda, bundan sonra önceki iyi hallerine dönsünler diye, Allah onları tevbeye muvaffak kıldı”. (Tevbe/118)
    Hz. Peygamber (sav) şöyle dua etmiştir: “Allahım seni bana kendi nefsimden, kulağımdan, gözümden, ailemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevimli kıl”
    Rehberimiz Peygamberimiz (sav); sevgilerin hepsinin üstünde Allah sevgisinin olması gerektiğini yukarıdaki hadisiyle bize bildirmiştir.
    İnsan yaşam hedefini ve maksadını, çokluklardan arındırarak tek, bir Allah hedefine yönlendirmelidir. Uluhiyeti (ilahlığı) ile Allah tüm yarattıklarını bir arada tutmaktadır. Maksadı Allah olan insan bütün çoklukları Allah ile birleyip, tevhid edecektir. Bu çoklukları ise Kur’an ve Sünneti Muhammedi doğrultusunda yönlendirecek, her mevcuda hakkını verecektir. Hedefi çokluk olan, tevhidden uzaklaşan insanın ise sevdikleri ve arzuları darmadağınık olacaktır. Çoklukları toplayıp cem eden Allah bilinci olmadığında, çokluklar, düşünceler ve yaşamda zorlaşacak hayatta tutarsızlıklar baş gösterecektir. Bundan kurtaracak olan maksadı, ilah olan tek Allah’a yönlendirmek ve zikir, tevhid zikri, ilgili ayet ve hadisleri tefekkürle zikredip, bu mertebenin nuruna ulaşmakdır.

    Bu makamda veliler serdarı Hz. Ali (kv): “İnsan, seyri lillahta aşırı dünyevi isteklerden vazgeçmeye başlar; uhrevi gayelere yönelir. Bir yandanda irfanını arttırmaya çalışır” buyurmuştur.

    Allah’ın, nefsimize Nur ismiyle tecelli edip aydınlatması, Mürid ismiyle tecelli edip bizleri tevbe yolunda ve irfan yolunda irade sahibi kılması, Alim ismiyle tecelli edip mertebelerin ilmini nefsimize ilham etmesi niyazı ve duasıyla… AMİN.

    NEFS-İ LEVVAME
    Anlamı: Kendini kınayan, levm eden, pişman olan nefs mertebesi.
    ZİKRİ: Allah Allah Ya Allah
    Allah esmasının kısaca anlamı: Lafzatullah. Kainatı alemleri var eden, halk eden, idare eden yüce varlık. Zerreden alemlere bütün mevcudların yaratıcısı, her türlü noksan sıfatlardan u ...

    Daha fazla »»
    Yunus Emre
    Yunus Emre
    NEFS-İ LEVVÂME
     Gözat Cevap: 1  
    0 Beğen
  • Yunus Emre
    Yunus Emre 31.Bölüm
    Yunus Emre 31.Bölüm
    TRT Televizyon kanalına abone olun:
    1080P Tam Bölüm Yüksek Kalite TRT Dizi İzle
    Hümeyra ŞAHİN beğendi
    1 Beğen 0 Yorum Yap
    Yorum yapabilmeniz için oturum açmanız gerekiyor
  • Yunus Emre
    Yunus Emre 28.Bölüm
    Yunus Emre 28.Bölüm
    1080P Tam Bölüm Yüksek Kalite TRT Dizi İzle
    2 Beğen 0 Yorum Yap
    Yorum yapabilmeniz için oturum açmanız gerekiyor
  • Yunus Emre
    3 Beğen 0 Yorum Yap
    Yorum yapabilmeniz için oturum açmanız gerekiyor
  • Yunus Emre
    Yunus Emre 25.Bölüm
    Yunus Emre 25.Bölüm
    TRT Televizyon kanalına abone olun: http://goo.gl/no13Az
    1080P Tam Bölüm Yüksek Kalite TRT Dizi İzle
    naide acıkbas beğendi
    1 Beğen 0 Yorum Yap
    Yorum yapabilmeniz için oturum açmanız gerekiyor
  • Yunus Emre
    Yunus Emre 24.Bölüm
    Yunus Emre 24.Bölüm
    TRT Televizyon kanalına abone olun: http://goo.gl/no13Az
    1080P Tam Bölüm Yüksek Kalite TRT Dizi İzle
    naide acıkbas beğendi
    1 Beğen 0 Yorum Yap
    Yorum yapabilmeniz için oturum açmanız gerekiyor
  • Whordark
    Whordark ► Yunus Emre'a bir hediye gönderdi
    3 Beğen 0 Yorum Yap
    Yorum yapabilmeniz için oturum açmanız gerekiyor

Projem

Henüz hiç projeler başlamamış

Oy

Verdiğin oy:
Toplam: 5 ( 14 oranlar)
'':
Yanıp sönen efekti
Kaydırma efekti
Değerlendirme: